Yakın Tarihin En Büyük Trajedilerinden Biri: Stalingrad Muharebesi

Stalingrad Meydan Muharebesi insanlık tarihinin en dramatik olayıydı ve ben harbin gidişatından ziyade orada yaşanan insanlık dramına eğilmek istiyorum. Stalingrad ile okuduğum çoğu kitaptan alıntılara yer vereceğim bu yazının küçük bir kısmı bana ait olacak; gerisi savaşın görgü tanığı olmuş insanların gözlemlerinden meydana gelecek. Açık konuşmak gerekirse savaşın bu iç burkan detaylarını anlatan kitapları okurken midem bulandı, moralim bozuldu, yaşama sevincim uzun süre yok oldu. Bir oturuşta iki yüz sayfa okuyan ben bu dramatik sahneler yüzünden bir haftada bitireceğim kitabı bir ayda bitirdim çünkü çok fena moralim bozuluyordu. "Madem öyle neden aynı sıkıntıyı bize yaşatıyorsun" diye isyan edenler olacaktır. Çeşitli nedenleri var. Amacım savaş çığırtkanlığından enerji üretmeye çalışan, insanlara savundukları ve beslendikleri şeyin ne olduğunu tam olarak göstermek; çünkü resmi tarih kitaplarında veya belgesellerde az sonra anlatacaklarım konu edilmez. Savaş psikolojisinin ne olduğunu, nelere sebebiyet verdiğini anlamak için Rusların eline düşmekten veya Alman SS kuvvetlerine yakalanmaktan korktukları için deliren, sırf kendilerini öldürebilmek için donmayı tercih eden askerlerin durumuna bakmak icap ediyor. Savaşın tam olarak ne anlama geldiğini anlamanız için bu yazıyorum bu yazıyı kısaca. Yazıdaki alıntılar kopyala-yapıştır değildir, hepsi alın teridir.
Stalingrad Muharebesi'nde hastanelerde yaşanan dramı anlatmaya kelimeler yetmez. Savaşta bir Alman askerinin şu anısıyla yazımıza başlayalım:
"Nöbet sırasında ayakları muhafaza etmesi için verilen kalın keçe çizmelerden giyen asker doktor onları çıkarmaya çalıştıkça çığlık atıyordu… Doktor nihayet ilk çizmeyi çıkarmaya başladığında öğürdüm. Kurbanın bacağındaki çürümüş et, bir kemik parçasına sona ererek, ayağın geri kalan kısmını çizmede bıraktı."
Savaşın stresini kaldıramayan Sovyet Askerlerinin o yokluk ve perişanlık içinde tek sarıldıkları şey votka olmuş. Adamlar o kadar kötü durumdaymış ki endüstriyel alkole dadanmışlar.
"Ameliyat ispirtosunun resmi amacı doğrultusunda kullanılması nadirdi. Endüstriyel alkolün ve hatta antifrizin bir gaz maskesinin çalıştırılan karbon filtresinden geçildikten sonra içildiği oluyordu…Genç askerler toparlayabiliyordu ancak bunu sık deneyenler kör oluyordu."
Çarpışmalarda yaralanan asker sayısı o kadar çok ve imkanlar o kadar kısıtlıymış ki, iki ordu grubu da bir noktadan sonra yaralıları diri diri bir köşeye bırakıp cenk etmek zorunda kalmışlar. Yaralı halde bırakılan askerlerin çoğu soğuktan donarak ölmüş:
"…hava birliğinin sağ kalmış mensupları, geceyi Volga'nın doğusundaki korularda geçirdikten sonra şafakta garip seslerle uyandılar. Seslerin geldiği yöne doğru gittiler. Orada geceleyin Volga üzerinden tekneyle getirildikten sonra kumsala bırakılmış 'binlerce yaralıyı gözün alabildiği yere kadar yatar halde' buldular."
Az önce Alman ordusunun bir hastanesine konuk olmuştuk. Sovyetler Birliği için de durum pek farklı değilmiş. Kesilen kolların ve bacakların ne kadar yoğun olduğunu şu alıntıdan anlıyoruz:
"…Kızılordu hastaneleri içinde bulundukları koşullardan dolayı daha çok bir et işleme fabrikası görünümündeydi."
Soğuğun bastırmasıyla birlikte her iki ülke de askerlerine gerekli teçhizatı sağlamakta zorlandı, bir süre sonra özellikle hazırlıksız yakalanan Almanlar farklı yollar denemeye başladı:
"Günlük idari politikalar askerlerin kullanılıp atılabilir olduğunu teyit etmekteydi…. Stalingrad'daki cephe hattı askerleri için yedek malzeme kaynağı ölen yoldaşlarının cesetleriydi. Defin sırasında hiçbir şey boşa gitmezdi. Cesetleri iç çamaşırlarına kadar soymak üzere askerlerin ara bölgeye gittiği olurdu."
Savaştan etkilenenler sadece askerler değildi kuşkusuz. Bir ara kadınlar ve bilhassa çocuklar, yokluktan ölmüş atların etlerini yiyebilmek için savaş meydanında dört dönmüşler. Bu da yetmemiş başka işlere koyulmuşlar:
"Bombardımanın dindiği her seferde kadınlar ve çocuklar, köpeklerin ve farelerin sıyırıp iskelete çevirmesinden önce ölü atlardan et parçaları koparmak üzere yerdeki çukurlardan dışarı fırlıyorlardı."
Alman askerleri bu çocukları kullanmakta gecikmemiş:
"Alman askerleri Stalingrad öksüzlerinden yararlanma yoluna gittiler. Mataraları doldurmak gibi günlük işler Rus keskin nişancıları olduğu için tehlikeliydi. Bu yüzden kuru bir ekmek parçası vaadiyle Rus oğlanların ve kızların mataraları alıp Volga kenarında doldurmaya gitmeleri sağlandı. Sovyet tarafı işin aslını anlayınca Kızılordu askerleri böyle görevlerde koşturan çocukları vurmaya başladı."
Açlığın askerleri nasıl insanlıktan çıkardığı sanırım şurada daha iyi anlaşılacak:
"Rus subayı, Prens Dolha'ya tayın sıkıntıları yüzünden yarı aç olan taburun bir Rumen erzak deposunu ele geçirmesinden sonra 150 askerin 'aşırı yemek yemekten' öldüğünü anlattı."
Askerlerin neden öldüğünü incelemekle görevli doktorun başına gelenler de dinlenesidir.
"Doktor Girgenshon… belirgin sebep olmadan ölen askerlerin cesetlerine otopsi yaptı. …Eldeki yakıtın az olması nedeniyle kaskatı olan cesetlerin buzunu çözmede büyük güçlük çekildi. Bir hademe küçük bir demir fırının etrafında istiflenmiş cesetleri gece boyunca döndürmek zorundaydı."
Aynı doktor askerlerin ne kadar perişan ve tükenmiş durumda olduklarını yıllar sonra şöyle anlatmış:
"Ona göre bitkinliğin, stresin ve soğuğun bir araya gelmesi çoğu askerin metabolizmasını bozmuştu. Bu da demekti ki günde 500 kaloriye denk besin aldıklarında bile vücutları bunun ancak çok az bir kısmını emebildi."
Muharebenin son günlerinde Alman askerlerinin içine düştüğü durum hayli dramatik:
"Vücutları bitlerle doluydu. Bir banyo ve temiz iç çamaşırları, doğru dürüst bir yemek kadar uzaktaydı. Ekmek tayını günde 200 gramın altına inmişti ve çoğu durumda 100 gramdan biraz fazlaydı. At etinin kaynağı civardaki ölü atlardı At leşleri soğuk sayesinde taze kalsa da sıcaklık çok düşük olduğundan kasatura ile kesmek mümkün değildi. Ancak bir istihkam testeresi buna yetecek güçteydi."
Alman askeri zaman ilerledikçe ümitlerini tüketmiş:
"Alman askerleri büyük riskleri göze alarak kuru bir ekmek parçası ya da haşlanacak kuru bezelye bulmak için rus askerlerinin cesetlerini yoklamaya girişti. En büyük umutları ise kıvrılmış bir kağıt içerisinde vücutlarının artık yanıp tutuştuğu azıcık tuz bulmaktı."
Hastanelerde dram bitmiyor tabii; bunun üzerine bir de bit tehlikesi başlamış:
" 'Yerde birbirine sokulmuş halde yatan, birçoğunun kolu ya da bacağı kopuk olan, ölesiye kan kaybeden, soğuktan donan ve yardım edilmediği için sonunda ölen bütün o talihsiz adamların isimlerini kimse bilmiyor.' Alçı sıkıntısı yüzünden doktorlar parçalanmış uzuvları kağıtla bağlamak zorundaydı. … İşin en kötü tarafı yaralıların üstünde bitlerin toplanmasıydı. 'Ameliyat masasında bitleri üniformalardan ve deriden spatulayla kazıyıp ateşe atmamız gerekiyordu. Bitleri üzüm salkımları gibi kümeleştikleri kaşlardan ve sakallardan ayıklamamız gerekiyordu'"
Bit meselesi en az düşman askeri kadar ölümcül bir mesele halini aldı çünkü Alman askerlerinin yıkanacak suyu dahi bulunmuyordu:
"Bitleri ayıklamak imkansızdı. Bandajları değiştirirken sıhhiye erlerinin bileklerine ve kollarına doğru hastadan gri bir bit yığını tırmanmaktaydı."
Sovyet askerlerinin verdiği korkunç kayıp yıllar sonra bile tam olarak bilinmiyor. Çünkü on yıl sonra bile cesetler çıkmaya devam etmiş:
"Volga buzlarının ilkbaharda erimesinden sonra, pıhtılaşıp kararmış olan ten toprakları nehir kıyılarına vurdu. General de Gaulle Aralık 1944'te kuzeye doğru Moskova'ya giderken Stalingrad'ta mola verdiğinde kazılan topraklardan hala ceset çıktığını görünce şaşırdı: oysa bu durum birkaç on yıl daha sürecekti. Kentteki her inşaatta muharebeden kalan insan kemiklerine rastlandı."
Savaşın en kötü muamelesini şüphesiz tutsaklar gördü. Gördükleri muamelenin hala tam olarak aydınlatılmaması ve bu konuda belge bulmanın güçlüğü yaşanan vahşetin boyutu hakkında fikir veriyor adeta:
"Teslim olma sırasında çoğu tutsak öyle acımasız durumdaydı ki, sonraki haftalarda ve aylarda ölüm oranının hatırı sayılı seviyeye çıkması öngörülebilir bir şeydi. Muharebe sonunda alınan 91.000 Alman tutsağın neredeyse yarısı ilkbahara girilirken öldü."
Bütün bunlara ek olarak; ölüm yürüyüşüyle tutsakların yorgun düşüp yığılana kadar yürütüldüğü unutulmasın. Bilhassa Alman askerlerinin Rus sivilleri kış ayında çıplak ve yemeksiz bırakıldığı akıllardan çıkmasın. Savaşın stresinden gerilip deliren ve intihar eden askerlerin hiç de azımsanmayacak derecede olduğu unutulmasın. Şu bir gerçek ki yukarıda anlattıklarım incelenip bulunabilen şeylerdi. Savaşın bir de gizli kalmış yanları var. Onların nasıl korkunç olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Bir de bundan daha mide bulandırıcı alıntıların olduğu unutulmasın. Varsa merakınız kitap listesini önem sırasına göre şöyle paylaşıyorum:
Antony Beevor — Stalingrad — (En çok yararlandığım kitap budur.)
Gunter T. Koskchorek — Kan Kırmızı Karlar
Vıktor Nekrasov — Stalingrad Siperlerinde
Erwin Bartman — Vatan ve Führer İçin