Heinz Guderian’ın Askeri Devrimi : Savaşı Değiştiren Adam

Her kötü olayın, hatta en felaket anların bile sonucunda insanlığa armağan ettiği bir düşünce, davranış veya kabul vardır. Tarihin insana çekici gelen tarafı da budur. Her durumun bir diğeriyle bağlantılı olduğu bu sosyal bilimle uğraşanların en temel görevlerinden birisi geçmiş yıllarda yaşanmış devrimleri işaret etmek ve bunları tarihi gerçekten anlamak isteyenlere açıklamaktır. Tarihte bazı olaylar belli dönemlerde gelişim göstermiş, belli zamanlarda olduğu yerde saymıştır. Askeri gelişim bu istisnaların dışında kalır. O, insanoğlu var olduğu sürece hiç durmadan gelişim göstermiş, bu konuda devrimler hep birbirini izlemiştir. Bugünün medeni Avrupası'nın temeli savaş konusunda gerçekleştirilen atılımlarla güçlenmiştir. Harplerin birbirini kovaladığı ve dehşetin bir an olsun insan hayatından uzaklaşmadığı Avrupa kıtası, ilerlemesini yapılan savaşlara borçluydu. Hükümdarlar istedikleri kadar despot bir yönetim sergilesin söz konusu savaş olduğunda bütün imkanların seferber edilmesini istemiş, bu nedenle gelişimin önünde durmamıştır. Çünkü harpte teknolojik anlamda geri kalmak ülkelerin varlığı için bir tehdit teşkil ediyordu. Otoritesi için fikirsel gelişmeleri baskı altında tutmak zorunda kalan krallar, söz konusu savaş teknolojisi olduğunda susmak zorunda kaldı. Bu alanda yapılan atılımların ileride bilimsel devrimleri doğuracağını bilselerdi belki daha farklı bir tutum takınabilirlerdi. Lakin bu istisnai duruma göz yumdular ve bu alandaki gelişim imkanı zamanla yerini teknolojik atılımlara, ardından bilimsel adımlara zemin hazırladı. Bütün bu manzaraya baktığımızda bir felaket olan savaşın dünyaya muhteşem şeyler kattığını görüyoruz. Aksi bir koşulun olmasını dilesek de bazı gerçekleri kabul etmek zorundayız.
Bu yazının konusu, bütün dünyaya kan kusturan, örneği daha önce hiç görülmemiş bir askeri gücün oluşum aşamalarını açıklamaktır. Naziler 1933 yılında iktidara geldiğinde belli başlı endişeler uyandırsa da kimse, Birinci Dünya Savaşı'ndan mağlubiyetle ayrılmış, ekonomik kriz nedeniyle adeta alt üst olmuş bu devletin çok kısa bir süre içinde bütün Avrupa'yı kendisine hayran bırakan bir savaş gücü oluşturacağını bilmiyordu. Panzer birliklerini savaş gücünün tam merkezine yerleştiren ve buna uygun bir savaş taktiğini, yani Blitzkrieg'i dört dörtlük bir şekilde uygulayan Almanlar, aslında savaş konusunda bir devrimin öncülü oldular. Devrimin her türlüsü zor, çetrefilli ve uzun uğraş gerektirir. Ancak bunu savaş alanında gerçekleştirmek en zorudur. Önce bunun neden daha çetrefilli olduğunu anlamak gerekir.
1900'lü yıllar her ne kadar bize çok yakın bir dönemi işaret etse de sahip olduğu dinamik ve kitlelere sirayet eden bakış açısı anlamında yaşadığımız dünyadan çok uzaktır. Antik dönemlerden 20. Yüzyıla kadar geçen süreçte savaşta galip gelmek hükümdarların başlıca misyonuydu. Bugün bir devlet başkanından aynı şeyi beklemeyiz; refah içinde yaşamak, iyi bir sağlık sistemi, büyük bir ekonomi ve liyakat bir başkandan beklenen başlıca şeylerdir. Eskiden bu farklıydı. Ortaçağ'ın başlangıcından 20. Yüzyıla kadar kralların en önemli misyonu iç savaşları önlemek ve olası bir harp durumunda zafere ulaşmaktı. Elbette ekonomik ve kültürel beklentiler de vardı lakin asıl odak güçtü. Bu güç de ancak savaşılarak elde edilebilirdi. Askeri alanda devrim yapmanın ne kadar ağır bir sorumluluk olduğu böylece daha iyi anlaşılacaktır. Yeni bir sistemi benimsemek, orduları buna göre eğitmek ve donatmak çok büyük bir riskti; çünkü imparatorluğun varlığı tehdit altına girebilirdi. O dönemin monarşileri her şeyi telafi edecek kudretteydiler; ideolojiyi bastırabilirlerdi, isyanları kanlı da olsa bastırabilirlerdi, sanata gölge düşürebilirlerdi. Savaşmak söz konusu olduğunda titiz olmak zorundaydılar. Askeri düzende devrim yapmanın güçlüğü de burada yatıyor. Asla şaka kabul etmeyen, en ufak bir yanlışın bile çok büyük felaketlere sebebiyet verebilecek böylesi bir alanda değişim hiç kolay bir şey değildi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan net bir yenilgi almış, en büyük değerlerinden birisini, yani ordu gücünü zayıflatmak zorunda kalmış Almanya bu yaptırımları kabul edecek pozisyonda değildi. Avrupa'nın tam ortasında yer alan ve bu nedenle her türlü saldırıya açık olan bir ülkenin askeri gücü muazzam bir önem teşkil etmekteydi. Hitler'in iktidara gelişi sonrası bu alanda yapılacak gelişmelerin önü açıldı. Silahlanmak ve asker toplamak kaybedilen gücü geri toplayabilirdi. O sırada bütün bu demode gelişimlerin yeterli olmayacağını düşünen ve askeri bir devrim yaratma arzusuyla yanıp tutuşan bir general çıktı ortaya: Heinz Guderian. 1933 yılında iktidara gelen Hitler, Alman komuta kademesinde böyle bir cevherin olduğundan habersizdi. Guderian inatçılığı ve idealizmi sayesinde kısa zamanda onunla iletişim kurmayı başaracak ve fikirlerini söyleme imkanı bulacaktı.
O dönemde savaşın en önemli itici gücü piyadelerdi; bu bütün dünya ülkeleri tarafından kabul edilmiş bir askeri gelenekti. Harbi gerçekleştirenler insanda, bütün olanaklar piyadelere yardımcı olacak şekilde kullanılmalıydı. Guderian bu geleneksel yaklaşımı eleştiriyordu. Sanayileşen dünyada tamamen askere bel bağlamak ve bütün imkanları onlar için seferber etmeyi mantıksız görüyordu. Kabul edilen görüşün tam tersi bir fikir attı ortaya: topları ve tankları piyadelere yardımcı bir kuvvet olarak kullanmaktansa, tankları asıl güç haline getirmek ve piyadeleri onların destekçisi yapmak daha mantıklı değil miydi? Guderian bu konuda düşüncesini şöyle dile özetledi: "Kendi başlarına veya piyadeyle birlikte görev yapan tanklar hiçbir zaman hak ettikleri önemi kazanamazlar. Tarihi çalışmalarım, İngiltere'deki talimler ve bizim modeller üzerindeki tecrübelerimiz, tankları desteklemesi gereken diğer silahların gerek sürat, gerekse arazi performansı bakımından onların standardına eriştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Aksi davranış onları tamamen faydasız hale sokabilirdi. Oysa silahlanma düzeni içinde tank en ön planda gelmeli, diğer bütün silahlar ise tanka yardımcı olmalıdırlar"
Guderian sadece tankların önemini vurgulamakla kalmıyordu. Ona göre harbin kazanılmasına asıl önemli olan şey süratli olmaktı. Klasikleşmiş ve asker temelli olduğu için son derece yavaş devam eden cephe savaşını bir kenara bırakmak, motorize birliklerle düşmana iki koldan bir anda yarma harekatında bulunmak ve karşı tarafın toparlanmasına imkan vermeden arada kalan kuvvetleri yok etmek gerekiyordu. Bu plan, tankları ve onlara yardımcı piyade güçlerini destekleyen hava kuvvetlerinden bağımsız olamazdı. Hava kuvvetleri ve panzer birlikleri iletişim halinde ilerleyecek, süratli bir şekilde düşman topraklarına girilecek ve kuşatma tamamlanacaktı. Guderian'ın bu projesinin temelinde teknoloji yer alıyordu. Böyle bir harekatın tamamlanması için ilk olarak tank gücünü arttırmak ve piyadeleri bu kuvvete göre eğitmek icap ediyordu. En az bunlar kadar önemli bir diğer atılım iletişim olmalıydı. Hava kuvvetleri, tank birlikleriyle sürekli irtibat halinde olacak, yarma harekatı yapılan bölgeler uçakların yoğun bombardıman atışına tabii tutulacaktı. Guderian'ın öne sürdüğü bu düşünce aslında tamamen psikolojik yıkıma dayanıyordu. Düşmanın şaşırması, bir anda gelen saldırıyla şoka uğraması ve komutanları böylesi hızlı bir saldırıya reaksiyon gösterecek zamanı bulamamasına güveniyordu.
Askeri alanda bir devrim gerçekleştirmenin diğerlerine nazaran çok daha zor ve çetrefilli olduğunu söylemiştik. O dönemin şartlarına bakıldığında tamamen makinelere bağlı bir güç yaratmanın romantik anlamda engellerle karşılaşmaması söz konusu olamazdı. Bugün bize saçma görünen bir anlayış, o dönemin gelenekçi generalleri tarafından doğru kabul ediliyordu. Her yenilik ve teknolojik gelişme, eskiye özlem duyan insanları da çıkarır ortaya. Hele bu kişiler askerlik gibi gelenekleri ve insani gücü kutsayan bir alanda görev yapıyorsa durum sandığımızdan çok daha zor olabilir. O günün teknolojik devrime karşı çıkan generallerini anlamak için bugün, arabalarda kullanılmaya başlanan otomatik vitese dair görüşleri ele almak yeterlidir. Otomatik vites araba sahibi alaycı bir gözle bakılıyor. Bu teknolojiyi kullananların "erkekliği" sorgulanıyor, onların aslında gerçek bir araba kullanmadığı öne sürülüyor. Otomatik vites eskisine nazaran daha güvenli, sağlıklı ve konforlu bir sürüş deneyimi sunsa da ona karşı ön yargılar hala devam ediyor. Teknolojinin çoğu konuda insani kararlardan daha iyi olduğu bilinmesine rağmen araba söz konusu olduğunda herkes otomatik vites kullananları aşağılamaktan geri duymuyor. İşte Almanya'da, her şeyin mekanize birliğe bağlanması gerektiğini ileri süren düşünceye karşı böyle romantik bir refleks oluşmuştu. Guderian gibi düşünenlerin sayısı çok azdı ve Alman komuta kademesinde hala gelenekçi komutanların sözü geçiyordu. Ordunun tank birliği etrafında şekillenmesi ve mekanize kuvvet yaratılması gerekliliği konusunda Hitler Guderian ile aynı noktada birleşti. Hitler kıdemli bir asker veya hayata karşı belli bir romantik derinliği olsaydı böylesine bir şeyi kabul etmezdi. Onun yüzeyselliği ve romantizme karşı çıkan yapısı nedeniyle Guderian'ın fikri kabul edildi. O andan itibaren Almanlar bütün savaş sanayisini mekanize bir hale getirmek için çabaladılar ve panzer birlikleri askeriyede ön plana çıkmaya başladı.
Polonya'nın işgaline kadar geçen süreçte Alman askeri gücü pek çok konuda ilerleme kaydetti ancak en önemli atılım tank sanayisinde oldu. Hitler'in onayıyla birlikte panzer birlikleri oluşturulmaya başlandı, askerler bu programa göre eğitim gördü. Tank üretimi muazzam ölçüde arttı. Bu atılımı uzaktan izlemek zorunda kalan gelenekçi generaller, sistemin en ufak bir aksilikte çökeceğini düşünüyorlardı. Fikrini kabul ettirse bile Guderian ve ekibinin ispat etmesi gereken şeyler vardı.
Doğru olduğuna inanılan bu yeni teori, her ne kadar kendisine inanılsa da pratikte de rüştünü ispat etmeliydi. Almanların Polonya'yı işgali mekanize birliğin de görücüye çıktığı ilk tecrübe olacaktı. Guderian ve ekibi bu savaşta etkin rol oynayacak, yeni sistemi ilk kez ciddi bir konuda test etme imkanı bulacaktı. Polonya savaşı başladığında Almanlar, daha sonra sıkça uygulayacağı o taktiği hayata geçirdiler. Düşman bölgesine iki farklı koldan yapılan süratli bir yarma harekatı başladı. Bu harekatın adı: Blitzkrieg. Önce Alman bombardıman uçakları havalandı, yarma harekatı yapılacak bölgenin temizlenmesi ve karşı tarafın ikmal hattını yok etmesi için yüzlerce uçak Polonya topraklarına bomba yağdırdı. Uçaklarla açılan bu yoldan panzer birlikleri taarruza başladılar. İki koldan çok hızlı bir şekilde ilerleyen ordular önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkıyordu. Tanklar ilerliyor, onların açtığı yoldan mekanize piyadeler geçiyordu. Çok kısa bir süre içinde bu iki kol birleşti ve düşman çembere alınmış oldu. Ortada kalan düşman birliklerini imha etmek zor olmadı. Polonya işgali bir gerçeklik koydu ortaya; teoride doğru görünen bir şeyin pratikte de gerçekleştiği görüldü. Düşmana hiç beklemedikleri yerden saldırmak, askeri güç hangi seviyede olursa olsun çok ciddi bir yıkım ve psikolojik tahribat yaratıyordu. Bu savaşta aktif bir rol oynayan Alman kumandan Thoma düşmanı şaşırtmanın ne derece önemli olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu: "Vadiden inip de geldiğim köyde herkes kiliseye gidiyordu. Köylüler tankları görünce gözlerine inanamadılar. Savunmasız bir bölgeye birkaç tankla yapılan bir saldırı, iyi savunulan bir mevkiye büyük tank gruplarıyla yapılan saldırıdan daha etkendir"
Polonya'nın işgali yeni teorinin doğru olduğunu ispatlamış, buna karşılık hala pek çok konuda eksiklikler olduğunu göstermişti. En önemli zafiyet tankların dayanıklılığıydı. Almanların bu işgalde yolda arızalanan tankları düşman tarafından yok edilenlerden daha fazlaydı. Dahası panzer birliklerinin daha iyi eğitim alması gerekiyordu. Tanklar piyade ve hava desteğinden mahrum kaldığında var olan güçlerinin yarı yarıya düştüğü de bu savaştan sonra anlaşıldı. Bütün bu dezavantajların karşısında savaş alanında fark edilen olumlu gelişmeler de oldu. Tankların sadece saldırıda güçlü olması bir yana onların savunmada da çok esnek olduğu anlaşıldı.
Muhafazakar generaller artık eskisi gibi seslerini yükseltemiyordu ancak bir gerçek daha vardı ortada: Polonya işgali bütün bu sistemin doğru olduğunu gösterecek bir başarı değildi. Askeri güçleri Almanlara nazaran çok zayıftı, bunun yanında işgal beklenenden çok daha uzun sürmüş, tank zayiatı epey fazla olmuştu. İlk başarıda gemileri suya indirmeyen gelenekçi generaller kısık sesle de olsa muhalefeti sürdürdü. Polonya işgali sonrasında Guderian daha istekli ve idealist bir tavır takındı. Bu başarının kendisine verdiği yetkiden hareketle eğitim ve tank imalatında gerekli olan imkanları talep edebiliyordu.
İngiltere ve Fransa Almanya'ya savaş açmıştı açmasına ancak geçen bir yıldan fazla sürede saldırmayı hiç düşünmediler. Özellikle Fransa, komşusu olduğu ülkeye taarruz etmekten ziyade savunma pozisyonuna girmeyi tercih etti. Hitler Fransa'yı işgal planını generalleriyle paylaştığında komuta kademesi derin bir sessizliğe gömüldü. Fransa o dönem Avrupa'nın en büyük silahlı gücüydü ve Almanya'nın böylesi bir güce karşı koyacak donanımı yoktu. Emir büyük yerden geldiği için komuta kademesi işgal planları oluşturmaya başladılar. Ancak bunun hiçbir şekilde mümkün olmadığını biliyorlardı. Bu nedenle mağlubiyetin kesin olduğu planlar sunuyorlardı Führer'e. Hitler de bunların asla işe yaramayacağını biliyordu. Zaten amaç başarısızlığa mahkum planları sunmak ve onu bu işten vazgeçirmekti. Bu sırada Guderian'ın doktrinini benimsemiş birisi çıktı ortaya: Erich von Manstein. Blitzkrieg taktiğine bağlı kalarak yeni bir plan oluşturdu. Almanların alameti farikası olan beklenmedik yerden saldırma fikrini çok iyi özümsemişti. Birinci Dünya Savaşı'nda izlenen taktiği biraz değiştirdi. O harpte Almanlar Hollanda ve Belçika üzerinden Fransa'yı saldırmayı amaçlamış ancak bunda muvaffak olamamıştı. Manstein, yine aynı taktiği izliyor görünüp Fransızları şaşırtmayı ve asıl taarruzun Ardenler Ormanı'ndan yapılmasını hedefliyordu. Düşmanın hiç beklemediği o dar koridordan saldırıya geçip, hiç duraksamadan Manş Denizi'ne doğru ilerleyecek, o sırada Hollanda ve Belçika'yı işgal etmiş kuvvetlerle beraber düşmanı çember içine alacaktı.
Manstein planını Guderian'a sunduğunda olumlu bir tepki aldı. Guderian devrimciliği ruhuna yansıyan insanlardandı. En imkansız plan dahi olsa bunu denemekten çekinmeyecek bir komutandı. Gelenekçi generallerin baskısına rağmen Manstein planını Hitler'e sunma fırsatı yakaladı. Değişime ve yeniliğe muhtaç Führer bu planı onayladı ve derhal uygulanması için emir verdi. Polonya işgali yeni oluşturulan Panzer birliklerinin gücünü test etmek için yeterli değildi. Şimdi yenilikçi komutanlar daha zor bir görevi başarıyla geçmek zorundaydılar.
Manstein Planı:

Almanlar Hollanda ve Belçika'ya karşı taarruza geçtiğinde Fransız ve İngilizler Birinci Dünya Savaşı'nda uygulanan planın aynısının hayata geçirileceğini düşünüyordu. Bu nedenle Britanyalı askerlerin de olduğu Fransız birliklerinin çoğu Kuzey'e, yani Belçika Hollanda sınırına gönderildi. Almanların bu zayıf ülkeleri işgal etmesi uzun sürmedi. Fransızlar ters çember şeklinde dizilmiş savunma birlikleriyle Alman Panzerlerini beklerken hiç beklemedikleri bir şeyle karşılaştılar. Almanlar, hareketin çok zor ve çetrefilli olduğu bir yerden saldırıya geçmişti. Ardenler ormanından taarruza kalkan Alman birlikleri muhteşem bir süratle ilerlemeye başladılar. Fransızlar her ne kadar Avrupa'nın en seçkin askeri gücünü elinde bulundursa da pek çok konuda eksikliklere sahiptiler. İletişim ağları çok düşüktü, generaller kuvvetlerini cepheden değil geriden yönlendiriyordu. Hemen haber alma ve reaksiyon gösterme mecburiyetinin olduğu bir savaşta havadisler çok geç geliyor, emirler yerlerine geç ulaştırılıyordu. Alman askeri gücü Fransızlara oranla zayıftı, sayı olarak düşüktü ve teknoloji olarak çok üstün değildi. Buna karşılık çok önemli şeylere sahiptiler. En önemlisi Alman generalleri bu savaşı kazanmayı gerçekten istiyordu. Komutanların hemen hepsi cephede askerlerin yanındaydılar. Birlikte hareket etmek ve iletişimi koparmamak konusunda çok az hata yaptılar. Hava kuvvetleriyle muhteşem bir iş birliği sağladılar. Ardenler'den saldıran birlikler, Fransız komuta kademesinden gelen çekilme emrini çok iyi değerlendirdiler ve dünya yıldırım savaşının muazzam gücüyle tanışmış oldu. Alman birlikleri muhteşem bir hızla yarma harekatına devam ediyor Manş denizine doğru ilerliyordu. Son yüzyılların en büyük güçlerinden birisi olan Fransa, devrimle farklı boyuta gelmiş Alman Panzerleri karşısında adeta eriyordu. Sayı ve teknoloji olarak üstün olmalarına rağmen bu hıza karşı koyamadılar. Hollanda ve Belçika'dan gelen birlikler, Manş denizine ilerleyen kuvvetlerle birleşti ve Fransa çok büyük kayıplar vererek bu savaştan mağlup ayrıldılar. Bu zafer Alman tarihinin en büyük askeri başarısı olarak tarihe geçecekti.
Polonya zaferi her ne kadar soru işaretlerini tamamen yok etmese de Fransa'nın işgali en gelenekçi generalleri bile etkilemişti. Almanlar savaş tarihini adeta yeniden yazıyordu. Avrupa'nın en büyük askeri gücünü çok kısa bir sürede dize getirmek herkesin yapacağı bir iş değildi. Alman panzerinin bu başarısı bütün dünyaya demode savaş anlayışının değişmesi gerektiğini haber veriyordu. Fransa gibi bir devletin işgali, bütün Avrupa'yı değişimin gerekli olduğuna ikna etti. Piyadeden ziyade mekanize birlik, insandan ziyade tank, motivasyondan ziyade iletişim… Artık gelenekselleşmiş savaş anlayışı tamamen değişmiş, bütün dünya Almanları taklit eder olmuştu. Böyle bir yıkım yaşanmasa ve Almanlar bu başarılara imza atmasa askeri anlayış belki çok uzun süreler eski yapısıyla devam ederdi. Ancak şimdi bütün dünya ülkeleri bu değişimin gerekli olduğunu kabul etmek zorundaydı. Savaşın ilerleyen yıllarında Almanlar Sovyetler Birliği'ni işgal etmek için kolları sıvadı. Stalingrad önlerinde Almanları bozguna uğratanlar, yine onların taktiğini kullanan Sovyet askerleri oldu. İkinci Dünya Savaşı pek çok anlamda bir şey öğretmiştir dünyaya; bunlardan birisi geleneksel askeri anlayışın bırakılması gerektiğiydi.
Tüm dünyaya korku salan Alan Panzerinin oluşmasında en büyük katkıyı gösteren Guderian sadece bir orduyu değil tüm anlayışı değiştirmişti. Döneminde herkesin karşı çıktığı ve tiksinerek baktığı bir görüşü sonuna kadar savunmuş, bir kez olsun bundan taviz vermemiş ve nihayetinde başarıya ulaşmıştı. Guderian'ın bu mücadelesi devrimin tanımını yapar bize. Her türlü değişim fikri, buna karşı olan bir çoğunluk yaratır. Bir teori ortaya atarak devrimci olunmaz; bunu pratikte uygulamasını da bilmeli, her türlü dışlanmaya hazırlıklı olmalıdır. Guderian değişimin en zor olduğu yerde dik durmasını bildi, düşüncesini sonuna kadar devam ettirdi ve bu nedenle kazandı.